Aldatılan Kadın ve Boşanma

Aldatılan Kadın, Boşanma ve Çocuk Üzerine Nazım Serin ile Söyleşi

Aldatılan bir kadın için, özgüven sorunu ortaya çıkabiliyor. Bununla nasıl başa çıkılabilir? Özgüven nasıl yeniden kazanılır?

Aldatılan kadının bu olaydan dolayı hangi duyguları yaşayacağı, olaya yüklediği anlama bağlıdır. Bazı kadınların böyle bir olayın ardından özgüven sorunu yaşadığı doğrudur. Böyle bir duygu, daha çok aldatılmayı kendi kişiliğiyle veya yeterliliğiyle ilişkilendiren kadınlar tarafından hissediliyor. Bu tip kadınlar yaşadıkları olayda kendilerini suçlayacak bir yön buluyorlar: “Ne kadar aptalmışım, nasıl anlayamadım?”, “Diğer kadını bana tercih ettiğine göre bende bir sorun var.”, “Aldatıldığım halde neden hala çekip gidemiyorum? Ne gurursuz bir kadınım!” gibi düşünceler aldatılan kadının giderek kendine olan inancını yitirmesine, yani özgüven kaybı yaşamasına yol açar.

Kadının bu duyguyla başa çıkabilmesi için öncelikle yaşadığı olayın kendisi için ne anlama geldiğini, acı verici duyguları hangi düşünce tarzlarından dolayı hissettiğini fark etmesi gerekir. Çünkü acı verici duyguların tamamı yaşanan aldatmaya verilen anlamla ilişkilidir. Çoğunlukla bu düşünce tarzlarında kişinin kendisini çok negatif durumda algılamasına yol açan zihinsel çarpıtmalar, diğer bir deyişle “düşünce hataları” olabiliyor. Örneğin, “Ne aptalmışım, nasıl anlayamadım?” diye düşünen bir kadının anlaması gereken şey, böyle bir olayı “anlamamış” olmasının aptallığından, zekâ kıtlığından kaynaklanmadığıdır. Aldatmanın ilişkide yolunda gitmeyen hangi süreçlerin sonucu ortaya çıktığını yerli yerinde değerlendirebilen bireyler, bu olayı kendilerini geliştirmek için bir fırsata çevirebilirler.

Genellikle, insanlar yaşadıkları ilişkilerde giderek güçlü bir güven duygusu geliştirirler. Bu güven duygusu tarafların, ilişkide yaşadıkları aksamaları daha çok “ilişkiden yana” olacak şekilde yorumlamalarına yol açıyor. Yani, yaşananları ilişkiye konduramıyorlar. Bunu şöyle bir örnekle somutlaştırabiliriz: “Eşim/sevgilim her halde işindeki sorunlardan veya ekonomik sıkıntıdan kaynaklı olarak böyle davranıyor. Bu onun için kötü bir dönem, geçecektir.” diye bir değerlendirme yapmak, “Beni aldatıyor” diye bir değerlendirme yapmaktan daha yüksek bir olasılıktır. Çoğu kişi böyle bakma eğilimine sahiptir. Bu bakış, ilişkideki güven duygusunu korunma ihtiyacının doğal bir sonucudur.

Aldatılma, hem kadın hem erkek için şu ya da bu şiddette ruhsal travma yaratan bir olaydır. Doğal olarak bunun beraberinde getirdiği olumsuz duygular var. Acı, aldatana karşı güvensizlik, karamsarlık, olayla ilgili göz önüne gelen rahatsız edici sahneler, öfke, suçluluk gibi çok sayıda tepki söz konusudur. Bu tepkiler kişi üzerinde ruhsal anlamada ciddi bir yük oluşturur. Çünkü ortada ciddi bir kayıp ve dolayısıyla yas var. Buradaki kayıp, illa da ilişkinin kaybı olmak zorunda değildir. İlişki bitmese bile, ona yüklenen olumlu anlamların, ilişkiyi ayakta tutan değerlerin kaybı söz konusudur ve bu nedenle acı vericidir. Bu acı aldatılan herkes için geçerlidir. Ancak aldatılma, hiçbir zaman aldatılan kişinin suçu, yetersizliği, değersizliği, aptallığı gibi nedenlerle açıklanmaz. Bu olaya maruz kalan tarafın zedelenen özgüven duygusunu yeniden toparlayabilmesi için olayı bu tür nedenlere bağlamaktan kaçınması, hangi süreçlerin ilişkiyi bu noktaya taşımış olabileceğini daha serinkanlı değerlendirmeye çalışması gerekir.

Boşanma aşamasındaki ya da boşanan çiftlere ilişkin sizin gözleminiz nedir? Süreç kadına nasıl yansıyor?

Boşanma sürecindeki tüm ilişkilerin kendine göre ilginç yönleri vardır. Hepsinin hikâyelerinde hem tipik olan hem özgün yönler var. Ama bunlardan hangisinin ilginç olduğu nereden baktığınıza göre değişir.

Sadakatsizlik ve aldatma nedeniyle biten veya bitmeye yüz tutan ilişkilerin büyük çoğunluğunda şiddetli çatışmalar ön plandadır. Bazılarında çatışmalar sadece sadakatsizlik ve aldatmadan ileri gelmez; zaten süregelen şiddetli çatışmalar sadakatsizlik ve aldatmayla doruğa çıkmıştır. Bazılarında ise, bu yaşantı beklenmeyen bir sürpriz gibi ortaya çıkabiliyor. Esasen sadakatsizlik ve aldatmanın hiçbir öncü belirti olmaksızın tamamen sürpriz olduğu ilişki sayısı azdır. Böyle bir olayın sürpriz sayılması, tarafların ilişkiye “kör” bakıyor olmalarından ileri gelebilir.

Boşanma sürecinde öfke, üzüntü, keder, pişmanlık, kaygı ve zihinsel karmaşa gibi travmatik belirtiler yoğun olarak ortaya çıkar. Ancak bu duyguların ne kadar yoğun olacağı;

İlişkinin bu aşamaya gelmeden önceki durumuna,

Kişilerin boşanmaya yol açan olaylara nasıl baktıklarına

Sosyal destek yapan bir çevre bulunup bulunmamasına bağlıdır.

Bazı ilişkilerde sadakatsizlik ve aldatma ortaya çıkmadan önce de boşanmanın zemini fazlasıyla mevcut olabiliyor. Bu tip ilişkilerde aldatma, adeta ilişkiye son noktayı koymak amacıyla yapılmış olabiliyor. Bu ilişkilerde taraflar ayrılmayı becerememe gibi bir durum içindedir. Bu nedenle sadakatsizlik ve aldatma bir tür “ayrıştırıcı” görevi yapar.

Boşanmanın ardından kadının ailesinin ve yakın çevresinin nasıl bir yaklaşım sergiledikleri, toparlanma açısından çok önemlidir. Kızlarına sahip çıkan ve kendi yaşamını bağımsız bir kişi olarak yeniden düzenlemesine destek olan aileler, onun travmasını daha kısa sürede atlatmasına yardım etmiş oluyorlar. Türk toplumunda erkek tarafından tekrarlayıcı şekilde aldatıldığı için boşanma kararı almış kadınların aile ve sosyal çevre tarafından daha anlayışla karşılandığı söylenebilir.

Sadakatsizliğin yarattığı sarsıntı, ilişkinin içinde kalınsa da bitirilse de epey bir süre etkisini hissettiriyor. Burada dikkat çeken nokta, ilişkinin içinde kalındığında o ilişkinin artık asla eskisi gibi olmadığıdır. Ama bu bazen olumlu bir değişim anlamına da gelebilir. Değişimin ne yönde olacağı, yaşananlardan ne tür dersler çıkarıldığına bağlıdır. Daha az oranda da olsa bazı çiftler, sadakatsizlik ve aldatmanın üstesinden gelerek birbirlerini affedebilmekte, ilişkilerini bu noktaya taşıyan faktörleri fark ederek ilişkilerini daha sağlam hale getirebilmektedir.

Kişiler ilişkilerine neden üçüncü kişiyi dahil ederler? Tespit ve önerileriniz nelerdir?

Bir evlilik ilişkisine üçüncü bir kişinin dahil edildiği durumlarda kişinin niçin buna ihtiyaç duyduğu konusunda farkındalık sahibi olması son derece önemlidir. Karşımıza gelen her bir örnekte farklı nedenler olabiliyor. Kimisi eşine olan öfkesinden (ilgisizlik ve sevgisizlikten yakanınlar bu grupta fazla), kimisi farklı bir deneyim yaşama merakından (“gözümü açtım onu gördüm, farklı bir ilişkinin nasıl olabileceğini merak ettim”), kimisi bitmeye yüz tutmuş olan ilişkiden bir türlü ayrılamadığından, kimisi ise, evliliğinde bulamadığı doyumu başkasında bularak rahatlama ihtiyacından vs. sadakatsizliğe yönelebiliyor.

Sadakatsizliğe neden ne olursa olsun, buna yönelen kişilerin bilmesi gereken en önemli nokta, üçüncü kişinin varlığının evlilik ilişkisine yarar getirmediğidir. Özellikle erkekler arasında paylaşılan yaygın bir kanaate göre, evlilik dışı bir ilişkinin kötü giden bir evlilik için bir tür ?tedavi? edici etkisi olacağıdır. Böyle düşünen erkeklerin yaptıkları; aslında kendi evliliklerinde başa çıkamadıkları sorunların sıkıntısını üçüncü kişi aracılığıyla hafifletme çabasıdır. Bu tarz bir “çözüm”, bir evliliğin “fonksiyonel”, dengeli, kendine yeterli olmasına katkı yapmaz, ama sorunlar için bir tür “anestezi” etkisi yapar.

Bir kadın için boşanma kararına kadar giden süreçteki psikolojik tablo genellikle nasıl olur?

Boşanma kararına kadar giden sürecin ne kadın, ne de erkek için standart bir seyri vardır. Bu tamamen sürecin neleri içerdiğine, süresine, kişilerin süreci nasıl yönettiklerine vb. bağlıdır. Kadınların ne yaşayabileceği, boşanma kararını kimin verdiğine de bağlıdır. Eğer ortada çocuk varsa ve boşanma kararı erkek tarafından veriliyorsa, kadının boşanma sonrası sürece dair kaygı ve korkuları çok fazla olabilir. Bu tip kadınların, süreci daha çok depresif biçimde geçirme olasılıkları yüksektir. Ancak, karar kadın tarafından verildiğinde büyük olasılıkla evlilik henüz devam etmekteyken pek çok planlama yapmış oluyor. Bu da geçiş sürecini ve adaptasyonu nispeten kolaylaştırabilir. Burada arzu edilen; boşanmanın karşılıklı sorumluluk ve empati ile anlaşmalı bir süreçte gerçekleşmesidir.

Konumuz sadakatsizlik ve aldatma olduğu için, boşanmanın bu nedenlerle gerçekleştiği durumların hem kadın hem erkek için genellikle sancılı olduğu söylenebilir. Bu nedenle gerçekleşen boşanmalarda en azından bir süre için yoğun bir öfke ön planda olmaktadır. Bu durumda boşanma hukuksal açıdan gerçekleşse bile, ruhsal açıdan zorlaşıyor. Ruhsal anlamda taraflar “ayrışamadıkları”, yani evlilikleriyle vedalaşamadıkları zaman boşanma tam anlamıyla gerçekleşemiyor.

Tek başına çocuk büyütmenin bir kadın üzerindeki psikolojik etkileri nelerdir? Toplum faktörünün etkisi nedir? Başa çıkma yolları nelerdir?

Öncelikle boşanmanın tek başına çocuk büyütme anlamına gelmediğini vurgulamak isterim. Çocuğun vesayetinin bir ebeveyne bırakılması söz konusu olsa da bir evlilikte boşananlar çocuklar değil, eşlerdir. Ebeveynlik sorumluluğu devam eder. Bu sorumluluk ne kadar iyi bir şekilde yerine getirilmeye çalışılır, belli bir düzen içinde anne ? baba ? çocuk ilişkisi sürdürülürse boşanma sonrası süreç de o kadar sorunsuz olur.

Babanın çocuk bakımına katılmadığı, sorumluluklarını getirmediği durumlarda kadın üzerindeki psikolojik ve ekonomik yük doğal olarak artıyor. Bu yük aynı zamanda çocuklar tarafından da sırtlanılmış oluyor. Her şeye rağmen, boşanmış kadın için çocuk ? anne ilişkisi, çoğunlukla yaşamı anlamlandırmanın yeni ve olumlu bir aracı olabiliyor. Çoğu kadın bir çocuk sahibi olmayı biten evliliğin iyi bir sonucu olarak algılıyor.

Ebeveynlerin sadakatsizlik ve aldatma sonucu gerçekleşen boşanma sonrasında çocuklar üzerinden savaşmaya devam etmeleri, sorunu sadece kendileri için değil, çocuk için de son derece tahrip edici hale dönüştürür. Ne yazık ki, toplumumuzda boşananlar arasında bunun örnekleri hayli fazladır.

Kadının boşandıktan sonra nerede ve kimlerle yaşayacağı konusu, potansiyel bir sorun olarak ortaya çıkabilir. Kadının ekonomik açıdan ayakta kalma sorunu varsa veya geleneksel bir aileden geliyorsa anne ?babasının yanına (kök aileye) dönmesi için baskı görme olasılığı fazladır. Halbuki, kök aileden bağımsızlaşıp evlilik kurmuş ve çocuk sahibi olmuş bir kimse daha sonra boşansa bile bir “aile” olmaktan çıkmaz. Eksik ebeveynli olsalar da bu tip “ailelerin” kendilerine ayrı bir yaşam çizgisi oluşturmaları hem ebeveyn, hem de çocuklar için yeğlenmelidir. Bu durumda eksik ebeveynli ailenin, içinden geldiği kök ailenin nüfuzunu sınırlandırması ve kendi sınırlarını belirgin biçimde ortaya koyması gerekir. Yani kök aileye “ben artık ayrı hayatı, yaşam tarzı olan bağımsız bir aile kurdum, eşimin olması bunu değiştirmez” mesajı veren bir duruşta olması gerekir. Ancak, bu duruş için boşanmış ebeveynin kendisini ayakta tutacak ekonomik araçları oluşturması, çocuklarla birlikte bir yaşam tarzı belirlemesi, kök ailesinden gelecek baskıları kararlılıkla karşılamayı göze alması gerekir. Bu hususta kişinin gerekirse destek alabileceği tüm maddi, hukuksal ve sosyal kaynakları harekete geçirmesi önemlidir.

Çocuğu büyüten ebeveyne, diğer ebeveynin davranışları nasıl olmalıdır?

Genellikle boşanmanın hukuksal açıdan gerçekleşmesinden sonra duygusal olarak gerçekleşmesi ve tarafların bu anlamda “ayrışması” belli bir zaman gerektirir. Bu zamanın ne kadar devam edeceği ilişkinin nasıl yaşandığına ve bittiğine bağlı olsa da uzmanlar, genel olarak bu sürenin bir yıldan az olmadığı konusunda hem fikirdir. İşte, bu kritik sürede ebeveynlerin kendi duygusal süreçlerini, devam eden hassasiyetlerini iyi yönetebilmeleri büyük önem taşıyor. Duygu yönetimini daha iyi yapabilmeye yardımcı olması açısından ebeveynlerin, bitmiş evliliklerini zamanla daha soğukkanlı değerlendirebilme noktasına geleceklerini ve bu deneyimin kendilerini daha da “zenginleştireceğini” göz önüne almalarında yarar vardır. Ayrıca, ebeveynlerin yeni yaşamlarına adapte olma sürelerini kısaltmaları açısından kendilerine ait yeni ritüeller oluşturmaları, sosyal ağ kurmaları da çok yararlı adımlardır. Bu süreçte tarafların artık tek ortak sorumluluk alanlarının çocuk/çocuklar olduğunu göz önüne alarak davranmaları, birbirlerinin özel alanlarına dair meraklarını kontrol altında tutmaları, saygılı ve mesafeli bir duruş sergilemeleri gerekiyor. Bu duruşu sergilemeyi başaran ve zaman geçtikçe ilişkilerini daha destekleyici ve arkadaşça duruma taşıyabilen ebeveynlerin sayısı her geçen gün artmaktadır.

Boşanma kararı hangi noktada alınmalıdır? Bu konuda daha çok erkekler mi kadınlar mı başvuru yapıyor?

Boşanma kararı almanın standart bir noktası yoktur. Her ilişkinin ve her evliliğin kendine ait bir dengesi vardır. Bu dengenin nasıl olacağının da standart bir ölçütü yoktur. Bu nedenle bir evliliğin ne zaman bitirilmesi gerektiğine dair karar, tamamen o evliliği sürdürenlerin beklentilerine bağlıdır. Ancak genel anlamda evliliğin bitme riskinin çok yüksek olduğu aile tabloları vardır. Bu aile tabloları şöyle bir örnekle anlatılabilir: Evlilik bir dansa benzetilecek olursa; bir çift, bu dansı uyumlu sürdürebilmek için gereken tüm çabaları gösterdikleri halde, dans hala “güreşe” dönmeye devam ediyorsa böyle evliliğin sürmesi oldukça zordur. Güreş biçiminde devam eden bu tip evlilikler ise, ilk bakışta kolayca anlaşılır: Suçlama, umutsuzluk, birbirini dinlememe ya da ?duyamama?, kısır döngüler içinde dönüp durmaktan bezmişlik gibi duygular ağırlıklıdır. Bir evliliğin böyle bir tablo içinde devam etmesi zordur. Devam eden evliliklerin ise, ya kendileri ya da mensupları giderek hastalanırlar.

Evlilikte bir şeyler yolunda gitmemeye başladığında genel olarak bunu fark eden ve yardım arayışına girenler kadınlar oluyor. Kötü gidiş içinde olan, ancak sürdürülmek istenen bir ilişkide erkeğin motive bir şekilde psikolojik yardım sürecine katılması, toparlanma şansını belirgin biçimde arttırıyor. Ancak, böyle erkeklerin oran ne yazık ki fazla değildir.

Yapı olarak sürekli sorun üreten ve patolojik olarak nitelenen bazı evlilik tipleri vardır. Bu evlilik tiplerinden en çok rastlananı, “anne arayışlı evlilik” denilen tiptir. Bu tarz evlilikte çiftlerin ilişkisi iki yetişkin ilişkisi olmaktan çok, bir tür anne ? çocuk ilişkisi biçimindedir. Genellikle annesiyle iç içe, bağımlı (simbiyotik) ilişki geliştirmiş ve bunu çözümleyememiş bir kişinin kendisine eş olacak birini değil de ?ebeveyn? olacak birini bulması sonucu gerçekleşen bir evliliktir. Bulunan eş de çoğunlukla o kişinin ebeveyni gibi davranmaya elverişli özelliklere sahiptir. Böylece, deyim yerindeyse bir “tencere ? kapak” ilişkisi ortaya çıkmış oluyor. Bu evlilik tipinde eş ve ebeveyn rolleri sağlıklı biçimde yerine getirilemez. Bu tip hastalıklı sayılan evliliklerde kişilerin hatalıkları tedavi edilmeden sorunların üstesinden gelmek zordur.

Erkek ve kadının sürece bakış açıları, davranış biçimleri arasındaki farklar nelerdir?

Genel olarak bir ilişkiyi evliliğe dönüştürme arzusu kadınlarda daha fazladır. Ancak, evlilik gerçekleştikten sonra depresyona girme olasılığı da yine kadınlarda daha fazla oluyor. Bu ironik durumun bir benzeri erkeklerde şöyle ortaya çıkıyor: Başta evliliğe kadın kadar hevesli olmayan erkekler, evlilikte kendini daha iyi hissederken boşanma sonrasında depresyona girme olasılıkları artabiliyor. Bu da erkeklerin boşanma sonrasında kendi başına yaşama adaptasyonunu daha zor yapabildiğini gösteriyor. Bu nedenle de erkeklerde yeniden evlenme arayışı daha kısa sürede başlayabiliyor. Buna karşılık evlilik deneyiminden geçmiş ve özellikle çocuk sahibi bir kadının yeni bir evlilik yapma motivasyonu erkek kadar güçlü olmuyor. Kadınlar bu konuda daha tereddütlü davranıyorlar.

Her iki cins açısından bakıldığında, boşanmış erkek ve kadınların büyük çoğunluğunda evliliği bir zaman sonra yeniden deneyimleme eğilimi ortaya çıkıyor. Bu istek ise, ilk deneyimin eksikliklerini, kusurlarını bir tür “giderme” ihtiyacı ile açıklanıyor.[/vc_column_text][/vc_column][/vc_row]