Ruhsal Yapının Orta Direği: Özgüven

[vc_row][vc_column][vc_column_text]Ruhsal Yapının Orta Direği: Özgüven

Yayımlayan                 : Bilim Ailem Dergisi

Bilindiği gibi “orta direk”; çadır, ev gibi yapıların dengesini sağlayan, çatıyı ayakta tutan ana direğinin adıdır. Mekansal bir yapı için orta direk ne ise, ruhsal yapı için de özgüven odur. Zayıf özgüven üzerine kurulu bir ruhsal yapı her an çökmeye yüz tutmuş, sallantılı bir çatıdan farksızdır. Bu nedenle, potansiyel ruhsal sorunların pek çoğu sağlam bir özgüven sayesinde bertaraf edilebilir. Bu da doyumun ve başarıların bol olduğu bir yaşam biçimine kavuşmak demektir.

 

Özgüven; kişinin kendine değer vermesi, kendine inanmasıdır. Bu algının temelleri yaşamın ilk yıllarında atılır ve yaşamın sonraki aşamalarında bu temel üzerinde gelişmeye devam eder. Anne, doğumla birlikte bebeğiyle kurduğu ilk temaslarla özgüven algısının tohumlarını onun iç dünyasına atmış olur. Bebeğin ağlama, acıkma, rahatsızlanma durumlarında annenin sergilediği duyarlı, sıcak, tutarlı, şefkatli yaklaşım, onun kendini güvende, değerli ve huzurlu hissetmesine yol açar. İşte, özgüvenin tohumları böyle bir zeminde filizlenmeye başlar.

 

Yaşamın ilerleyen dönemlerinde anne ? babalar çocuğu ne kadar anlamaya çalışırlarsa; ne kadar ihtiyaçlarına duyarlı, destekleyici, olduğu gibi kabul edici, kendini ifade etmesine yardım edici tarzda davranırlarsa ondaki özgüven algısını da o kadar güçlendirirler. Bu yolda mesafe kat etmiş bir çocuk, yaşamı boyunca kendisini mutlu ve doyumlu hissedeceği bir hayat çizgisini çizmeye başlamış demektir.

 

Özgüveni yüksek çocuklar yetiştirebilmemiz, her şeyden önce kendimizin güçlü bir özgüven duygusuna sahip olmamızla mümkündür. Çünkü kimse kendisinde olmayanı başkasında var edemez. Bu nedenle çocuklarımızda gözlemlediğimiz özgüvenle ilgili problemleri kendimizdeki eksiklikleri gösteren bir ayna olarak kabul etmeliyiz. Böyle yaparsak kendimizi geliştirmemiz gereken alanlarla ilgili fikir sahibi olma şansı yakalarız. Ancak böylesi bir farkındalık içinde çocuklarımızın özgüvenini geliştirebiliriz.

 

Ne yazık ki, güçlü bir özgüvene sahip olma konusunda şanslı sayılabilecek kişilerin oranı daha azdır. Çoğu kişi önce aile ortamında, sonra da okul ve aile dışı çevrede maruz kaldığı eleştirici, reddedici, kıyaslayıcı yaklaşımların özgüven zedeleyici etkileriyle baş etmek zorunda kalıyor. Zira kim olduğu üzerinde kafa yoran ve kendine değer biçen tek varlık insandır. Bu yetenek ilk bakışta bir ayrıcalık gibi görünüyor. Ama yıkıcı eleştiri, reddedilme gibi yaklaşımlar söz konusu olduğunda insanın kendine biçtiği değer, negatif yönde olabiliyor. Yani bu yargılama, değersizlik ve yetersizlik duygularına, en nihayetinde ise ciddi bir özgüven sorununa yol açabiliyor. Hatta kendini yargılamanın doğurduğu özgüven zedelenmesi giderek kendini yadsımaya; sosyal hayattan çekilmeye, sorumluluklardan kaçmaya, yaşam hedeflerinden vazgeçmeye, kısacası, acı çeken sıkıntılı bir ruhsal yapıya neden olabiliyor. İşte o zaman hayat bir kâbusa dönüşmeye başlıyor.

 

Özgüven algısı yaralı bir insanın iç sesleri son derece yargılayıcıdır. Bu iç sesler kişinin attığı her adımda başarısız olacağını, güzel bir şeyi hak etmediğini, değersiz olduğunu, istenmediğini kulaklarına fısıldar. Bu fısıldamalar zamanla kişinin giriştiği her işten olumsuz sonuç elde etmesine, yani korktuğunun başına gelmesine yol açar. Böylece kişi, kendisine olan inancını ve duyduğu saygıyı kaybeder. Bu aşamadan sonra kişi artık kısır bir döngüye düşmüştür: Kendisine dair inancı zayıfladıkça her alanda attığı adımlardan olumsuz sonuç elde eder; bu sonuçları elde ettikçe de kendine olan inancı daha da zayıflar. Bu çember içindeki çırpınma böylece sürüp gider.

 

Yakından bakıldığında kendimize nasıl biri olduğumuzu fısıldayan iç seslerimizin ta bebekliğimizden bu yana yaşadıklarımız ve bize yaşatılanlar sonucunda oluştuğunu görürüz. Yani bu sesler, içimizdeki “diğerlerinin” yıkıcı ifade ve muamelelerinden başka bir şey değildir. Anne ? babamız başta olmak üzere, çevremizdeki diğer insanların “yapamazsın”, “önemsizsin”, “hatalısın” gibi anlamlara gelebilecek davranışlarının zamanla kendi sesimiz haline dönüşmesidir. Yani, önce onlar bize böyle söyledi veya böyle hissettirdi; sonra biz artık onların bize söylemesine/hissettirmesine gerek duymadan kendimize böyle söylemeye başladık!

 

Özgüven algısında zedelenme yaşayanların umutsuz olmasına gerek yoktur. Bereket versin ki, yıkılmış olsa bile, bu algı yeniden düzenlenebilir ve tamir edilebilir. Önemli olan, bunun farkına varır varmaz harekete geçmektir. Fakat bu sürecin kendine yeni bir bakış açısı geliştirmeyi gerektirdiğini, bu nedenle de belli bir zaman, sabır ve çaba gerektirdiğini söylemeliyiz. Bu yönde atılacak adımların hedefi, öncelikle “içinizdeki diğerlerine” ait eleştirici, suçlayıcı, yıkıcı sesleri susturmaktır. Daha sonra da kendinizle ilgili değersizlik ve yetersizlik duymanıza yol açan inançları pozitif yönde değiştirecek yeni bir bakış açısı geliştirmektir. Böyle bir bakış açısı geliştirebilmek için herkesin yeterli nedeni ve malzemesi vardır.

 

Hiç kimse tamamen değersiz ve yetersiz olmayı hak edecek özelliklere sahip değildir. Özgüveni zedelenmiş bir insan için bu algı tam tersi yönde olabilir. Kişinin yaşamda elde ettiği her sonuç sanki hep değersizliğini ve yetersizliğini yüzüne vurmuş gibi gelebilir. Fakat bu doğru değildir. Karşılaşılan olumsuz sonuçlar yaşamın getirdiği zorunlu sonuçlar değil, yukarıda sözünü ettiğimiz kısır döngünün eseridir.

 

Ruhsal yapımız açısından bu kadar önemli bir yere sahip olan özgüven algısını geç kalmadan çocuklarımızda geliştirebilmemiz için onlara gösterdiğimiz muamelelerin ve söylediklerimizin zamanla iç seslerine dönüşeceğini aklımızda tutmalıyız. Onlara yönelik yaklaşımlarımızı da bu bilginin ışığında belirlemeliyiz. Onların özgüvenini sağlamlaştıracak olumlu iç seslere sahip olmalarını ve kendileriyle ilgili güçlü pozitif inançlar oluşturabilmelerini sağlamak için;

 

Eşyanın tabiatı gereği onların tam istediğiniz gibi olmadıklarını ve olmamaları gerektiğini göz önüne alarak oldukları gibi kabul eden,

Onların varlığına, farklılığına kayıtsız şartsız değer veren ve fikirlerine saygı duyan,

Başkalarıyla kıyaslamayan ve onların bizim arzularımızı gerçekleştirmek için dünyaya gelmediklerini, kendi hayatlarını yaşamaya hakları bulunduğunu göz önüne alan,

Ne dediklerini gerçekten anlamaya çalışan; ihtiyaçlarını, duygularını ve niçin böyle davrandıklarını anlayarak dinleyen,

Hatalarından olumlu sonuçlar çıkarabilmelerine yardımcı olan, eksik ? suçlu bulmaya çalışmayan,

Yeteneklerini keşfetmeleri veyahut sınamaları için fırsat sunan, başarısızlıklarda umutlarını kırmadan tekrar denemeleri için teşvik eden? bir yaklaşım sergilememiz gerekir.

Bu ilkeleri kılavuz alarak çocuğunuza yaklaşıyorsanız, onun için endişelenmenizi gerektirecek pek fazla bir durum yoktur. Eğer bunları okurken “Bazen arzu ettiğim gibi olmuyor, bazı tepkilerimi kontrol edemiyorum, kendimi istemediğim gibi davranırken buluyorum” diyorsanız, önce “orta direğinizi” sağlamlaştırmanızda[/vc_column_text][/vc_column][/vc_row]